RAMAZAN AYINDA NASIL BESLENMELİYİZ?

Ramazan’da tok tutan yiyeceklere ve en önemlisi de susuzluğa derman olacak içeceklere ihtiyaç duyulacak. Hurma veya zeytinle iftar açılır. İftar sofrasında içilebilecek en iyi çorba kelle paça ve mercimek çorbasıdır. Et, tavuk veya hindi, süt, peynir, yoğurt, yumurta, mercimek, kuru baklagiller, bulgur ve sebze yemekleri yenebilir. Zeytinyağlı etli yemekler ile kuru fasulye tüketilmelidir. Peynir, köfte, ceviz, fındık, fıstık, içli köfte, tam tahıllı yahut çavdar ekmeği yenebilir. Sahura kadar azar azar sık sık su ve ayran içmeli, yoğurt yemelidir. 1 şişe doğal maden suyu içilebilir. Fındık, fıstık, yer fıstığı ve ceviz yenmelidir. Sahurda avucunuz kadar bir pideye bol bol tereyağı (köy tereyağı) sürüp veya bol doğal zeytinyağına batırıp yenebilir. Anne sütünden sonra en kaliteli protein yumurtadır. 2-3 yumurtayı bol tereyağına kırıp yenince 24 saat tok tutabilir. Zeytin ve zeytinyağı tokluğa birebirdir. Yağın verdiği enerji sizi 72 saat götürür. Dinç tutar, baş dönmez.

Biri sahurda olmak üzere her gün 2 bardak süt içilmeli. Her sahurda en az 3 bardak su içmeyi ihmal etmemeli. Her gün bir çay kaşığı kadar tarçın tüketilebilir. Çörekotu, sahurda öğütülerek yahut tam hâliyle salatalara, yoğurda eklenebilir.

Beyaz undan yapılan pide kan şekerini yükselten bir numaralı aktördür. Sahurda çay içmemelidir. Sahurda kesinlikle meyve yememelidir. Karpuzun lifi olmadığı için kan şekerini aniden yükseltir ve çok çabuk acıktırır. Patates kızartması, börek, açma, pilav, pizza, salam, sosis, sucuk, tuzlu peynirler, pastırma sahur sofrasında olmamalıdır. Ayrıca, kek, kurabiye, tatlı, çikolata, bal, reçel gibi şekeri yüksek yiyeceklerdir. Çok tatlı, şeker ve ekmek yememek gerekiyor. En sağlıklı tatlı hoşaf ve güllaçtır.

/////
“YA GAZİ OL YA ŞEHİT”

1913 senesinde yazılan ve Bulgarların Müslüman Türklere yaptıkları zulümleri anlatan “Türkiye Uyan” adlı kitabın 228. sayfasında; bir çavuşun komutanına mektubu şöyledir:

“Zabit efendi! Kuvvetli düşman müfrezelerinin Gümülcine’ye indiğini, askerimizden bir kısmının çekildiğini ve bazısının da esir edildiğini işittim! Geçen gün 4 erle bana teslim ettiğiniz Kuru Orman sırtındaki mühimmat deposunu hâlen muhafaza ediyorum. Tabii  Gümülcine’yi işgal eden düşman buraya da gelecek! Doğrusu devletimin ve milletimin nice fedakârlıklarla buraya yığdığı bu cephaneyi, sapasağlam düşmana teslim edecek değilim! Buna ne askerlik vazifem, ne de vatan sevgim müsaade eder!..

Elbette burayı havaya uçuracağım! Fakat o binlerce liranın heba olup gitmesine üzülüyorum. Haydi havaya uçurdum. Sonra ne olacağım? Düşmana esir değil mi? Biz buraya esir olmak için mi geldik? Milletin paralarını, devletin namusunu esaretle ödemek için mi asker olduk? Hayır, hayır! Ben bu zilleti kabul edemem. Dün bizim idaremiz altında rahat yaşayan bu vahşî çobanların eline esir düşmek! Aman Yâ Rabbi! Bu ne müthiş zillet! Ben bu esirlik zilletine düşmektense bin defa ölmeyi tercih ederim. O hâlde ne yapmalıyım? Ben bu cephane deposunun içine saklanacağım. Burayı teslim almaya gelen Bulgarlar, iyice toplanıncaya kadar saklanacağım. Ben de içinde dâhil olmak üzere cephaneliği havaya uçuracağım. Memleketimde bulunan ana ve babama, hanımıma ve çocuklarıma selâmımı yazınız. Onlar seferberlik ilân edildiği zaman beni Subaşı’nda, değirmen kenarında uğurladılar. Bana; “Haydi yiğit, haydi git, ya gazi ol ya şehit!” demişlerdi.”   

    Piyade 4. Bölükten Çavuş Ali