Türkiye’nin en önemli iş, ekonomi ve sanat dergilerinin başında gelen Bussiness Türk Channel Dergisi Temmuz sayısının kapağına “Dünyanın tanıdığı önemli iş insanı” başlığıyla Balıkesirli iş insanı Rona Yırcalı’yı taşıdı.

Yırcalı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Rona Yırcalı, Bussiness Türk Channel Dergisi’nin Temmuz sayısına kapak oldu. Yırcalı, dergi için Nesrin İçli’ye verdiği röportajda iş ve özel yaşamı hakkında açıklamalarda bulundu.

Toplam 13 sayfalık röportajında kendisini ve bugüne kadar bulunduğu görevleri anlatan Yırcalı, ayrıca Milli Mücadele döneminde Kuvayi Milliye kurucularından birisi olan dedesi Yırcalızade Ahmet Şükrü Efendi’den de bahsetti.

İsminden şikayetçi olduğunu ifade eden Yırcalı bu konuda ise “Birçok insan benim ismimi orijinal ve enteresan bulur. Ama ben ismimden şikâyetçiyim samimi olarak söylemek gerekirse. Çünkü çok nadir rastlanan bir isim olduğu için anlatılması zor ve yabancı bir isim gibi geliyor ama aslında değil! Fakat mesela Yıldırım veya Teoman olsa mesele yok. Ben de sıklıkla Odalar Birliği'nde ve siyasetin içinde olduğum için bunu bazen anlatmakta güçlük çekiyorum. Kökenine gelince;Orta AsyaTürkçesi’nde anlamı; Işık. Ayrıca Hun İmparatorluğu'ndaki önde gelen generallerden birinin ismiymiş. Böyle bir hikâyesi var. Ama annemin ve babamın bu, ismi nereden bulduklarını da tam bilemiyorum!” şeklinde konuştu.

 

GENÇ İŞ ADAMLARINA TAVSİYELER VERDİ

Röportajında iş dünyasındaki girişimci gençlere başarılı olmaları için tavsiyelerde bulunan Yırcalı, genç iş adamlarının mücadeleyi asla bırakmamaları gerektiğini söyledi. Yırcalı ayrıca “Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de ekonomik hayatta muvaffak olmak hiç kolay değil. Tabii genç arkadaşlarımız için hem imkânlar var hem de zorluklar var. her işte olduğu gibi. Ama benim tavsiyem en azından benim tecrübelerime dayanarak söyleyebileceğim; öncelikle sevdiğiniz işi yapmak. Bunu söylemesi kolay da herkesin yapabileceği bir iş değil, herkes öyle bir imkâna sahip olmayabilir. Ama şuna dikkat etmek lazım, tabii iş hayatı yürüyecek ama az önce söylediğim gibi aile hayatlarını da yürütmeleri lazım. Çocuklarına, kendilerine vakit ayırmaları ve bir dengeyi tutturabilmeleri lazım. Ben bunu söylüyorum tavsiye olarak ama ben de tam tutturabilmiş değilim! Bugün yapamamaktan da çok sıkıntı çektim ama artık geri dönüşü olmadığına göre bizden sonrakilere tavsiye etmek kolay. Zaten "Yapamazsan tavsiye et. "derler. Tabii ki dürüst olmak lazım vb. söylemiyorum bunlar artık herkesin bildiği şeyler olduğu için. Ama mücadeleyi bırakmamak ve her zaman için konulara müspet yaklaşmak lazım. Bir de bir iş yaparken her zaman kendinizi karşınızdaki insanın yerine koymanız lazım, yani o da kazansın ben de kazanayım diye düşünmek lazım. “En çok ben kazanayım veya sadece ben kazanayım onu kazandırmayayım" derseniz bir kere olur iki kere olur ama devam etmez. Çünkü kimse artık bugün enayi değil. Herkes her şeyi görüyor, her şeyi biliyor. Dolayısıyla bu kısmı önemli. Ve dürüst, konulara sağlıklı yaklaşan biri olarak bir kez tanınırsanız bu ondan sonra devam ediyor ve bu da hayata atıldığınızda, başta yapılacak bir iş. Yoksa başta bunu oturtamazsanız sonra bunu kazanması zor. Her ne kadar bazı insanlar "İlk intiba o kadar önemli değildir, konuştukça anlaşılır." deseler bile ben bu fikre katılmıyorum. Görünüşün ve giyimin çok önemli olduğunu düşünürüm, buna dikkat etmeleri lazım. Hayatın her kesiminde bu böyle ama bilhassa iş hayatında daha da önemli olduğunu düşünüyorum.” Dedi.

 

 

 

İŞTE RONA YIRCALI RÖPORTAJININ AYRINTILARI

 

 

 

Nesrin İçli: Ailenizin Türkiye’ye göç etme hikâyesini anlatır mısınız?

 

 

 

Rona Yırcalı: Benim ailemin, hem anne hem baba tarafı göçmen. Balkan Harbi nedeniyle göç değil. Daha önceki zamanlarda göç etmişler. Annemin babası Arnavutluk’tan gelmiş. Doğrudan Balıkesir’e yerleşmiş. Babamın babasının ailesi, bugünkü Bosna-Hersek’ten gelmişler. Onları önce, Soma’ya bağlı olan Yırca Köyü’ne yerleştirmişler göçmen oldukları için. Bir müddet orada kaldıktan sonra Balıkesir’e göç etmişler. Orada, ziraatle uğraşıyorlarmış ve onlara Yırcalızadeler denirmiş. Sonra Soyadı Kanunu çıkınca, Yırcalı soyadını almışlar. Dolayısıyla Yırcalı soyadı oradan geliyor. O zaman Soma büyük bir yerleşim yeriymiş. Her iki taraf da, yani hem büyükbabam, hem dedem önce zahirecilik yaparlarmış, buğday, arpa vs. alıp satarlarmış. Sonra işleri gelişmiş. Dedem Balıkesir’in ilk sanayicilerindendir. Enteresan tarafı, ilk un, buz ve pamuk fabrikasını kurmuşlar. O günkü Türkiye’de yani 1920’lerde en çok neye ihtiyaç var? Gıda için una ihtiyaç var. Giyim için pamuğa ihtiyaç var. Buz konusunda da, bugünkü şartlar olmadığı için, büyük kalıplarda buzlar yapılırdı, onları, mesela dondurmacılar alırdı, soğuk muhafaza etmek için kullanırlardı, sanayi buzlarıydı. O dönemlerde buzdolabı falan yoktu. O yüzden çok önemliydi. Büyük dedem Muharrem Hasbi Bey, ilk defa, 1956 yılında, bir lise yaptırıp, Milli Eğitim’e bağışlamış olan kişidir. Öbür taraftan, babamın babası ise, onlar daha geniş bir ailedir. Onlar da Balıkesir’in önde gelen insanları. O’nun üç çocuğu var: Sıtkı Yırcalı, Sırrı Yırcalı ve halam olan Melahat Hanım. Hepsi vefat ettiler. Benim ailemin enteresan olan yanı: Biz Balıkesir kökenliyiz ve Balıkesir’de ekonomik, siyasi ve sosyal olarak yoğrulmuş bir aileyiz. Ben, Balıkesir’de yaşayan, dördüncü nesilim.

 

 

 

BİZ BALIKESİR’DEN HİÇ AYRILMADIK

 

Benim iki oğlum var. Onlar da İstanbul’da ve Balıkesir’de yaşıyorlar. Onlar da beşinci nesil. Biz, Balıkesir’den ayrılmadık. Bir tabir vardır: Doğduğun yerde doymak. Biz de dünyanın çeşitli yerlerinde ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinde yatırım yapmamıza rağmen, merkezimiz devamlı olarak Balıkesir oldu ve olmaya devam ediyor. Büyükbabanız Yırcalızade Ahmet Şükrü Efendi’nin Milli Mücadele yıllarındaki başarılarından bahseder misiniz? Biraz evvel de konuştuğumuz gibi, babamın babası Balıkesir’e gelmiş. Sonra malum, I. Dünya Harbi çıkıyor. Diğer ülkelerin desteklemesi ile Yunanlarla, harp başlıyor. Başlamadan önce Yunanlar, İzmir’e çıktıkları zaman yani 19 Mayıs 1919’dan 1-2 gün önce Balıkesir’de Kuvâ-yi Milliye Teşkilatı kuruluyor. İzmir’e çıktıklarını öğrenince, birçok yerde olduğu gibi Balıkesir’de de bir direniş hareketi başlatılıyor ve bunu başlatanlardan birisi de Dedem Şükrü Bey. Bir camide toplanıyorlar İzmir’e çıktıkları duyulunca, aslında sadece İzmir’e çıkmak değil, diğer yerlere de Ege’ye doğru yürümeye başlıyorlar. Yunanlar, birçok yerde silahlı çatışma ile karşılaşıyorlar ve bunu beklemiyorlar. Balıkesir ve havalisine de gelineceğine göre, çünkü o zamanlar Balıkesir, Karesi Beyliği olarak önemli bir yer, burada biz organize olalım, direniş yapalım diyorlar. Çünkü ordu yok, ordu dağılmış. İstanbul Hükümeti de Yunanlara karşı direnilmesini istemiyor. Atatürk, Samsun’a daha yeni çıkacak. Orada bir teşkilat olmamış. Onun üzerine Kuvâ-yiMilliye’yi kuruyorlar. Bir camide akşam namazından sonra gizlice toplanıyorlar. Şükrü Bey de Kuvâ-yiMilliye’yi kuranlardan biri. Teşkilatlanıyorlar, asker yetiştiriyorlar. Askerin, giyecek, yiyecek ve silahlanması için halkı organize ediyorlar, direniş yapıyorlar ve Kuvâ-yiMilliye’yi kuruyorlar. Çünkü mesela Ayvalık, ilk kurşunun atıldığı yerlerden birisidir. Önce Yarbay, sonra General olan Çetinkaya’nın görev yaptığı yer. Soma’da, Manisa’da, Denizli’de de harekâtlar oluyor. Sonra Balıkesir’den ayrılmak durumunda kalıyorlar. Ama mücadele devam ediyor. Sonra, Atatürk’ün başkanlığında normal kuvvetler oluşmaya başlayınca, 6 Eylül’de Balıkesir kurtuluyor. 9 Eylül’de İzmir’den önce, 6 Eylül’ 1922’de Balıkesir kurtuluyor. Kurtulduktan sonra, dedem Şükrü Bey’e de Büyük Millet Meclisi tarafından Şeref Madalyası veriliyor. Bugün de ailemizdedir. Kendisinin vefatından sonra, büyük oğlu olduğu için amcam Sıtkı Yırcalı’ya intikal ettiriliyor, sonra da Sıtkı Bey, bugün Balıkesir’deki Kuvâ-yi Milliye Müzesi’ne veriyor ve bugün Müze’de, herkesin görebileceği bir durumda sergileniyor. Kuva-yiMilliye’nin enteresan tarafı şudur: Bütün, ne kadar para, aynı yardım toplamışlarsa, hepsini yazmışlar. Şu kişiden şu alındı şeklinde hepsinin listesini tutmuşlar. Meydana getirdikleri askerlerin sigara parası, ekmek parası gibi şeylerin hepsini not etmişler. Bu hesap defterlerinin hepsi Balıkesir’deki Kuvâ-yi Milliye Müzesi’nde bugün görülebilir.

 

 

 

 

 

 

 

İsminizin anlamı nedir?

 

 

 

İsminiz karakter yapınıza uyuyor mu? Birçok insan benim ismimi orijinal ve enteresan bulur. Ama ben ismimden şikâyetçiyim samimi olarak söylemek gerekirse… Çünkü çok nadir rastlanan bir isim olduğu için anlaşılması zor ve yabancı bir isim gibi geliyor ama aslında değil! Fakat mesela Yıldırım veya Teoman olsa mesele yok. Ben de sıklıkla Odalar Birliği’nde ve siyasetin içinde olduğum için bunu bazen anlatmakta güçlük çekiyorum. Kökenine gelince; Orta Asya Türkçesi’nde anlamı: Işık. Ayrıca Hun İmparatorluğu’ndaki önde gelen generallerden birinin ismiymiş. Böyle bir hikâyesi var. Ama annemin ve babamın bu ismi nereden bulduklarını da tam bilemiyorum!

 

 

 

Babanız ile ilişkileriniz nasıldı? Babanız siyasetçiydi. Bu durum hayatınızı nasıl etkilemişti?

 

 

 

Babamla ilişkilerim genelde iyiydi ve oldukça müspetti. Tabii olumlu derken, bizim jenerasyonumuza göre olumlu. Bugün, benim iki oğlum var. Onlarla münasebetlerimle, benim babamla olan münasebetlerimi mukayese edince, pek o kadar parlak durmuyor, ama hiçbir meselemiz olmadı. Tabii bizim ailemizde çok çalkantılar oldu. Şöyle ki biraz evvel söylediğim gibi Yırcalı Ailesi Balıkesir ile Ege Bölgesiyle, hatta Türkiye ile siyasi, ekonomik ve sosyal bakımdan yoğrulmuş bir ailedir. Amcam Sıtkı Yırcalı Demokrat Parti’nin kurucularındandır. 1950-1960 yılları arasında milletvekiliydi ve bakandı. Babam Sırrı Yırcalı da 1954-1960 yılları arasında milletvekiliydi.

 

Malum 60’ta İhtilal oldu. İhtilal olunca, her ikisi de önce Yassıada’ya sonra Kayseri Cezaevi’ne gittiler. Türkiye’de, aynı aileden iki kişinin, hem Yassıada, hem Kayseri Cezaevi’ne gittiği, Demokrat Partili milletvekilleri içinde sadece Yırcalı Ailesi bulunmaktadır. 3,5 sene hapis yattılar. Ben 44 doğumluyum, 60 İhtilali olunca 16 yaşındaydım. Benim bir kız kardeşim var. O da 10 yaşındaydı. Bir de annemiz var tabii. Bu bizim ailemize çok kötü tesir etti. Babam en genç milletvekiliydi. Yani çok genç bir aile. Ben Robert Kolej’de yatılı okuyordum. Kardeşim ilkokuldaydı. Bizim üzerimizde çok önemli tesirleri oldu. Sonra hapisten çıktılar. Aile münasebetlerimiz düzeldi. Ama o yaşlarda, 3,5-4 sene babadan ayrı kalmanın tesiri, 2005’te vefatına kadar, devam etti. Ama onun dışında münasebetlerimiz çok iyiydi o günkü şartlar içinde. Ben, bütün hayatı boyunca, babamla birlikte çalıştım. Şimdi de, O’nun kurduğu ve benim ilave yaptığım ekonomik kuruluşların başındayım. O, siyasetin yanında, önemli bir iş adamıydı. İlk defa ülkemizde bor madenlerini bulan kişiydi. Diğer madencilik işlerini yaptı, sanayicilik yaptı. Bugün de çok önemli kuruluşlar var ki bugün de 5 bin kişi çalışmakta. Çoğu, Balıkesir’de olmak üzere fabrikalarımız var. Dolayısıyla ben, Amerika’dan geldikten sonra, yani 1970 yılından bu tarafa yani 51 yıldır çalışmaya devam ediyorum.

 

Enteresan tarafı da bu süre içerisinde 1 hafta devamlı tatil yapmadım hiç. Hatta üniversitede de çalıştım. Amerika’da University of Miami’de Ekonomi ve İş İdaresi konularında yüksek öğrenimim sırasında, İtalyan Lokantasında garsonluk yaptım. Bir bahçıvanlık kuruluşunda bahçıvanlara yardım ettim. Bir muhasebecinin yanında çalıştım. Yani devamlı iş hayatının içindeyim. Babam da öyleydi. O bakımdan birbirimize destek olduk. Sizin çocuklarınızla ilişkileriniz nasıl? İki oğlum var. Üç tane de kız torunum var. Onların arasında da 6 yaş var, biri 75, diğeri 81 doğumlu. Benim kardeşimle aramda da 6 yaş var. Bence çok sağlıklı bir yaş farkı. Her ikisi de benimle beraber çalışıyorlar. İkisi de Amerika’da okudu. Sonra geldiler, evlendiler. İstanbul’da oturuyorlar. Ama işlerimiz Balıkesir’de olduğu için onlar Pazartesi sabahı Balıkesir’e gidiyorlar, Perşembe akşamı dönüyorlar. Dolayısıyla işe çok bağlılar. Bu iş tarafı. Onun dışında benim üzüldüğüm tek bir konu var. Ben işime çok meraklıyım. Bunun yanında Odalar Birliği’nde de çeşitli vazifelerim oldu. O yüzden ailemden ayrı kalıyorum. Bu işleri yani hem ekonomik işleri, hem sosyal işleri yaparken, ben hem kendimden zaman çaldım, hem ailemden zaman çaldım. Buna da çok üzülüyorum. Çünkü bunun telafisi yok. Yeteri kadar vakit ayıramadığım için ve meşgul olamadığım için çocuklarımın yetişmesi ile daha çok anneleri ilgilendi. Bu yüzden üzgünüm. Geriye dönme imkânı yok. Gençlere tavsiye ediyorum. Kendilerine ve ailelerine vakit ayırsınlar. Türkiye’nin ekonomi hayatında önemli kilometre taşlarını inşa etmektesiniz.

 

 

 

Faaliyet gösterdiğiniz sektörler hakkında bilgi verir misiniz?

 

 

 

Bizim ekonomik hayatımız içinde çeşitli şirketlerimiz var. Bunlardan bir kısmı ailemizin şirketidir, bir kısmı ise idaresi bizde olan halka açık şirketlerdir. Sektör olarak baktığımız zaman, biz çeşitli sektörlerde çalışıyoruz. Bunlardan bir tanesi ‘Enerji’dir. Türkiye’nin en büyük Trafo Fabrikalarının sahibiyiz. Aynı zamanda yenilenebilir enerji ile ilgili çalışmalarımız var. Aşağı yukarı 6-8 ülkede yurt içi ve yurt dışında enerji müteahhitliği yapıyoruz. Yem sanayisinde de yer alıyoruz, hayvan yemi üretiyoruz. Balıkesir’de ve Tire’de o civarın en büyük kapasiteli fabrikalarına sahibiz. Bir de Sentetik Tekstil yapıyoruz, büyük çuvallar imal ediyoruz. Aynı zamanda sigorta işlerimiz var. Bizim ürettiğimiz malların % 70’ini de ihraç ediyoruz. İhracatçılığımız da önemli. Aşağı yukarı 35 ülkeye ihracat yapıyoruz. Fabrikalarımızın merkezi Balıkesir’de. İstanbul’da ve Ankara’da da bürolarımız var. İş yaptığımız bütün ülkelerde de ayrıca temsilciliklerimiz ve bürolarımız var, bunlar ekonomik alandaki işlerimiz. Bunun dışında, turizm işleriyle uğraştık. Asıl bizim bir dönem yaptığımız, Türkiye ekonomisine bunların yanında çok katkısı olan, madenciliğimiz vardı Türkiye’nin en büyük bor üreticisiydik.

 

Aynı zamanda kömür, kurşun, çinko ve demir sahalarımız vardı. Fakat 1979-1980 yılında Ecevit’in başbakanlığında ve Deniz Baykal’ın enerji bakanlığında bunlar devletleşti. Ve borlar da bugün bildiğiniz gibi devletin elinde. Bize büyük bir yanlış yapılmıştır ama o şekilde oldu. Bu nedenle madencilikten çekildik öbür işlerimize devam ediyoruz. Şu an enerji konusuna yoğunlaştık, yenilenebilir enerjide de rüzgâr enerjimiz ve hidro yani su enerjimiz de var. Ve İSO’nun 500 büyük şirketi arasında devamlı ilk 100-150 şirket içinde yer alıyoruz. Bu ekonomi konularında devamlı olarak iftihar ettiğimiz bir konu var. Babam gelir vergisi kanunu çıktığından vefat ettiği zamana kadar, bölgenin ve şehrin gelir vergisi rekortmeniydi. Bu da kimsenin yapamayacağı bir şey yani kanun çıktığından vefat edene kadar böyle bir ayrıcalığımız vardı. Aynı zamanda kendisi sanayi kuruluşları bakımından “Yılın İş Adamı” ilan edilmiştir ki bu da kolayca yapılacak bir şey değildir. Bugün işletmelerimizde yurt içinde ver yurt dışında aşağı yukarı 6000 kişi çalışmakta. Dolayısıyla ülkenin ekonomisine katkılarımızın yanı sıra ülkemiz için son derece önemli olan işsizlik meselesinin çözülmesinde de katkılarımız olduğunu söyleyebilirim.

 

 

 

Ulusal ve uluslararası planda önemli kuruluşlarda üst düzey görevler üstlendiniz. Bu görevlerinizden bahseder misiniz?

 

 

 

Ben Türkiye’ye geldikten sonra 1970’te askerliğimi yaptıktan sonra 1975 yılından beri odalar camiasının içinde çalıştım. İlk olarak Balıkesir Sanayi Odası’nda başkanlık yaptım sonra Ege Bölgesi Sanayi Odası’nın yönetim kurulunda, daha sonra Odalar Birliği’nin yönetim kurulunda sırasıyla sayman üyeliğini, başkan yardımcılığını ve başkanlığını yaptım. Bu arada 1981 yılında Balıkesir Sanayi 0dası’nı kurdum, bir müstakil oda olarak. Dolayısıyla 1976’dan aşağı yukarı 2014 yılına kadar odalar camiasında çeşitli hizmetler vererek en yüksek seviyede kaldım sonra başkanlıkla bıraktım. Onun dışında Dış Ekonomik İlişkiler Kurumu (DEİK) ‘in kurucularından biriyim. DEİK’te 1983’lü yıllardan geçen seneye kadar da yönetim kurulu üyeliğini, icra kurulu başkanlığını ve yönetim kurulu başkan yardımcılığını yaptım. DEİK hem Türkiye’de hem yurt dışında çalışan bir kuruluştur. Aynı zamanda Dünya Odalar Federasyonu’nun (WCF) Başkanlığını yürüttüm. Bu kuruluş, merkezi Paris olan ve 140 ülkenin Odalarının üst kuruluşudur. Bunun da yönetim kurulu üyeliğini ve yönetim kurulu başkanlığını yaptım geçen seneye kadar. Dolayısıyla 1975’te başlayan bu serüvenim 2021’in başına kadar devam etti. Şimdi DTİK (Dünya Türk İş Adamları Konseyi) ’in icra kurulu başkanlığına devam ediyorum.

 

Aynı zamanda Dünya Federasyonu’nun da başkanlığını yapan ilk Türk benim. Ve odalar birliği başkanlığım sırasında da büyük şehirlerin (İzmir, Ankara, İstanbul’un) dışından oda başkanlığı yapmış olan tek ben varım, Balıkesir’den gelen olarak. Siyasette yer almadım, aşağı yukarı her dönem gelen tekliflere rağmen. Aynı zamanda ekonomik hayatın içinde Yapı Kredi’de yönetim kurulu üyeliği ve sonra da yönetim kurulu başkanlığı yaptım. 2004 22 TEMMUZ 2021 TEMMUZ 2021 23 yılında Koç Grubu’na geçene kadar 12-15 sene yönetim kurulu başkanlığı ve 8 sene de yönetim kurulu üyeliği yaparak 20 seneye yakın bir süre Yapı Kredi camiasında yer aldım. Ve başkan olarak bıraktım. Aynı zamanda TEMA’nın mütevelli heyetinde bulundum.

 

Bugün de UİP (Uluslararası İşbirliği Platformu) adında bir kuruluşumuz var. Bu kuruluşun da şeref konseyi başkanıyım. İş dünyasında başarılı olmak için nasıl bir yol izlenmeli? Girişimcilere tavsiyeleriniz nelerdir? Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ekonomik hayatta muvaffak olmak hiç kolay değil. Tabii genç arkadaşlarımız için hem imkânlar var hem de zorluklar var, her işte olduğu gibi. Ama benim tavsiyem en azından benim tecrübelerime dayanarak söyleyebileceğim; öncelikle sevdiğiniz işi yapmak. Bunu söylemesi kolay da herkesin yapabileceği bir iş değil, herkes öyle bir imkâna sahip olmayabilir. Ama şuna dikkat etmek lazım, tabii iş hayatı yürüyecek ama az önce söylediğim gibi aile hayatlarını da yürütmeleri lazım. Çocuklarına, kendilerine vakit ayırmaları ve bir dengeyi tutturabilmeleri lazım. Ben bunu söylüyorum tavsiye olarak ama ben de tam tutturabilmiş değilim! Bugün yapamamaktan da çok sıkıntı çektim ama artık geri dönüşü olmadığına göre bizden sonrakilere tavsiye etmek kolay.

 

Zaten “Yapamazsan tavsiye et. ”derler. Tabii ki dürüst olmak lazım vb. söylemiyorum bunlar artık herkesin bildiği şeyler olduğu için. Ama mücadeleyi bırakmamak ve her zaman için konulara müspet yaklaşmak lazım. Bir de bir iş yaparken her zaman kendinizi karşınızdaki insanın yerine koymanız lazım, yani o da kazansın ben de kazanayım diye düşünmek lazım. “En çok ben kazanayım veya sadece ben kazanayım onu kazandırmayayım” derseniz bir kere olur iki kere olur ama devam etmez. Çünkü kimse artık bugün enayi değil. Herkes her şeyi görüyor, her şeyi biliyor. Dolayısıyla bu kısmı önemli. Ve dürüst, konulara sağlıklı yaklaşan biri olarak bir kez tanınırsanız bu ondan sonra devam ediyor ve bu da hayata atıldığınızda, başta yapılacak bir iş. Yoksa başta bunu oturtamazsanız sonra bunu kazanması zor. Her ne kadar bazı insanlar “İlk intiba o kadar önemli değildir, konuştukça anlaşılır.” deseler bile ben bu fikre katılmıyorum. Görünüşün ve giyimin çok önemli olduğunu düşünürüm, buna dikkat etmeleri lazım. Hayatın her kesiminde bu böyle ama bilhassa iş hayatında daha da önemli olduğunu düşünüyorum.

 

 

 

Türk Eğitim Vakfı Yönetim Kurulu Başkanısınız. TEV’in tarihçesinden ve çalışmalarından bahseder misiniz?

 

 

 

TEV (Türk Eğitim Vakfı) ’nın 53-54 yıllık bir geçmişi var. 1967 yılında kurulmuştur, Rahmetli Vehbi Koç tarafından. Vehbi Koç, bunun bütün Türkiye’ye yayılmasını istediği bir vakıf olduğu için 202 kişiyi Türkiye’nin farklı yerlerinde bir araya getirmiş ve hemen her şehrin kanaat önderlerini, önde olan insan arı bir araya getirmiştir, bunlardan bir tanesi benim Rahmetli pederimdir. Kurucular bir araya gelmişler ve o günkü Türkiye şartları içinde genç insanların okuması için neye ihtiyaç var konusu üzerine konuşmuşlar. Okullar, üniversiteler var ama başarılı olan çocukların maddi desteğe ihtiyaçları var bu yüzden başarılı olan ve ailesinin durumu iyi olmayan çocuklara burs vermek lazım ve bunun için de bağış toplamak lazım.

 

Dolayısıyla çelenk işine başlamışlar ve bu topladıkları paralarla da Türkiye’deki bütün üniversitelere dağıtılmak üzere burs vermeye başlamışlar. Biz kuruluşumuzdan bu güne 250.000 civarında burs verdik. 2000 civarında da yurt dışında burs vermiş vaziyetteyiz. Ve bugün 200 çocuğumuz bu burslarla yurt dışında, 8000 civarında da her sene Türkiye’de okuyor, bütün Türkiye’nin önde gelen üniversitelerinde. Ve çocuklar tamamen objektif bir şekilde seçiliyor. Bugün dijital olarak sene başında fakültelerine müracaat ediyorlar. Onlar bizim arkadaşlarımızla ve oradaki rektörlerle, fakülte dekanlarıyla bir araya gelerek kimin burs alacağına karar veriyorlar. Dolayısıyla tamamen objektif bir şekilde. 14 tane şubemiz var farklı illerde, insanlar o bölgede ve çevresinde TEV’in hizmetlerinden yararlanabiliyorlar. 31 tane eğitim kuruluşu yapmış ve milli eğitime bağışlamış vaziyetteyiz. 3 tane kız yurdumuz var İzmir’de Ankara’da ve Trabzon’da. Genç kızların bilhassa büyük şehirlerdeki barınma ihtiyacını bildiğimiz için buna öncelik veriyoruz. Bunun dışında, Tevitöl olarak bir okulumuz var. Burada Türkiye’nin her tarafından gelmiş üstün yetenekli, lise seviyesinde çocukları eğitiyoruz. Bundan sonra onlar Türkiye’nin ve dünyanın çeşitli üniversitelerinde tam bursla okuyorlar. Çeşitli burslarımız var, bugün yurt dışında 9 tane ülke ile çalışıyoruz; Singapur’dan Amerika’ya çeşitli ülkeler. Bunlarla müşterek çalışarak gittikçe daha fazla öğrenciye burs vermeye çalışıyoruz. Şimdi Türkiye’nin şartları değiştiği için çelenk gelirleri artık eskisi kadar enteresan değil. Çünkü pasta çok bölündü, başka vakıflar da burs vermeye başladı. Onlar da kıymetli vakıflar tabii ki. Ama biz şimdi daha çok projeler yapıyoruz.

 

Mesela bir projemiz; Corona kahramanlarının çocuklarına burs vermek. Corona döneminde çalışırken hayatını kaybetmiş, sadece doktorlar değil, doktorlar, hemşireler, hastanede çalışan idareciler, hatta otobüs şoförleri, polisler vb. kişilerin çocuklarına bütün eğitim hayatı boyunca burs veriyoruz. Aynı şekilde Soma kazasından sonra 6 senedir orada annesini babasını kaybetmiş çocuklara da burs verdik, eğitim hayatı boyunca. Son Elâzığ depremindekilere, İzmir depremindekilere de verdik, aslında biz üniversiteye burs veriyoruz ama böyle durumlarda çocuk ilkokuldaysa ilkokul ortaokuldaysa ortaokul lisedeyse lise için burs veriyoruz. Burslarımızı devamlı arttırmaya çalışıyoruz. Mesela bu Avrasya koşusunda bugün insanlar artık kendilerinin haz duyduğu şeyleri yapıyorlar mesela bizim birçok bağışçımız orda koşarak bizim için bağış topluyorlar. Bir seferinde mesela bir günde 1 milyon lira para topladık ve bunun TEV için, Corona için olduğunu söyleyerek koştular ve bu kadar para toplandı. Artık böyle şeyler oluyor. Bizim sponsorlarımız kişiler olduğu kadar kuruluşlar da. Bu yönde kanalize olmuş vaziyetteyiz. Belirli kuruluşlar da beğendikleri projeler için bize sponsor olmakta.

 

Önemli bir bütçemiz de var ve her sene bunu arttırmaya çalışıyoruz tabii ki böyle bir dönemde, Türkiye’nin ekonomik durumu çok iyi değilken bu bağışları toplamak ve burs vermek çok kolay olmuyor ama elimizden geleni yapıyoruz ve biz bursiyerlerimize aylık para vererek yapmak yerine onların her türlü ihtiyaçlarına bakıyoruz İngilizce kursları açıyoruz, onların sosyal aktivitelerde yer almasını istiyoruz; tiyatrolara, gezilere gitmelerini, oldukları şehrin hayatına girmelerini sağlıyoruz ki sosyalleşsinler ve kültür sahibi olsunlar. Sonra da gelip bizden sonrakilere yardım etsinler diye ki bir devamlılık sağlayabilmek için. Yarım asırdan fazla çalışmamız var Türkiye gibi bir yerde böyle bir vakfın yarım asır devam etmesi çok kolay değil bu yüzden çalışmalarımıza devam ediyoruz.

 

 

 

Ailenizin, eğitim alanındaki hizmetleri nelerdir?

 

 

 

Biraz evvel de söylediğim gibi, biz bölgenin sosyal, ekonomik, siyasi konularına olduğu kadar eğitim konusuna da ailenin her iki tarafı anne tarafım da baba tarafım da çok ehemmiyet vermişlerdir. Mesela bir büyük dedemiz, kendisi müftüymüş. Bir ilkokul açmış. Ve bir vakıf kurmuş, Ali Şuuri Vakfı’nı ve çocuklara bir zeytinlik vb. bırakmış. Ve onun adına Balıkesir’de bir ilkokul var. Ve onu da bu çocukları da desteklemiş. Sonra annemin babası, dedem Muharrem Hasbi Bey bir lise,(Muharrem Hasbi Koray Lisesi) 1956-57 senelerinde yapmış ve bunu Milli Eğitime bağışlamış. Bunun ayrıcalığı şudur ki, ilk defa böyle bir lise yapılıp Milli Eğitime bağışlanmış. Sonra babam Sırrı Yırcalı tarafından bir Anadolu Lisesi yaptırıldı; Sırrı Yırcalı Anadolu Lisesi. O dönem Balıkesir’in ilk anadolu lisesiydi. Şimdi halen de en ileri gelen ve en yüksek puanla girilen lisedir. Onun yanında, şimdi kapandı ama annemin yaptırarak Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağışladığı yurt vardı. Yani Müşerref Yırcalı Çocuk Yurdu adında 0-6 yaş arası için bir çocuk yurdu vardı. Bu yoğun iş temposu içinde hobileriniz var mı? Harita ve ferman koleksiyonu yapıyorsunuz sanırım. Koleksiyonunuzu sergilemeyi düşünüyor musunuz? Benim çeşitli hobilerim arasında kitap okumak vardır, bunların içinde de gençliğimden beri tarihe, bilhassa yakın tarihe çok merakım bulunmaktadır. 19. Yüzyıl başta olmak üzere oradaki gelişmeleri devamlı takip ederim. Bu arada bununla beraber çeşitli harita ve fermanları da toplamaya başladım. Oldukça geniş bir koleksiyonum var. Evimde, İstanbul ve Balıkesir’deki bürolarımda muhafaza ediyorum. Bu koleksiyonlar bana ve aileme aittir. Şimdilik, sergi açmak gibi bir düşüncem yok. Çok seyahat ediyorum ve o seyahatlerde mümkün olduğu kadar, antikacılardan eski haritaları ve fermanları alıyorum. Bunların bir kısmını Avrupa’dan, özellikle İngiltere’den almış bulunmaktayım. Bunlar, 1500’lü yıllara dayanan haritalardır. Koleksiyonumda, daha çok Osmanlı İmparatorluğu Haritaları ve Dünya Haritaları var. Tabii Osmanlı deyince Afrika, Avrupa’nın büyük bir kısmı da giriyor. Batı Anadolu’nun eski Karesi Beyliği’nin haritası da var. Çeşitli konularda verilmiş Osmanlı Fermanları da koleksiyonumda yer almaktadır.